Haziran ayı itibariyle Orta Doğu'da yeniden tırmanan İsrail-İran gerilimi, yalnızca iki aktör arasında yaşanan bir kriz olmanın ötesine geçmiş durumda. İran'a yönelik İsrail saldırıları ve karşılıklı tehditlerin ardından bölge ülkeleri alarma geçerken, Türkiye'nin pozisyonu, kriz yönetimi ve arabuluculuk kapasitesi açısından dikkatle izleniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Haziran'da ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı telefon görüşmesi, Türkiye'nin sürece ilişkin diplomatik manevralarının en somut örneği olarak karşımıza çıktı. Erdoğan, görüşmede nükleer anlaşmazlığın çözümünde diplomasiyi tek yol olarak gördüklerini ve Türkiye’nin "kolaylaştırıcılık" dahil tüm adımları atmaya hazır olduğunu vurguladı. Bu açıklama, Türkiye'nin İran ile kurduğu jeopolitik yakınlık ve Batı ile olan diplomatik bağları arasında kurmaya çalıştığı denge siyasetinin bir yansıması olarak okunabilir.
Ankara’nın Tepkileri: İsrail’e Net Eleştiri, İran’a Temkinli Mesajlar
13 Haziran sabahında Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İsrail’in İran’a yönelik hava saldırısı "en güçlü şekilde" kınanmış ve Netanyahu yönetimi bölgesel istikrarsızlığın başlıca aktörü olarak nitelendirilmiştir. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırıların bölgeyi "daha da tehlikeli bir aşamaya sürüklediğini" belirterek İsrail’e yönelik uluslararası baskı çağrısında bulunmuştur.
Buna karşın, İran’a yönelik mesajlarda siyasi destek içeren herhangi bir ifade yer almamıştır. Bu, Türkiye’nin dış politikadaki hassas denge stratejisini sürdürdüğünü ve İran ile dayanışma görüntüsü verirken aynı zamanda bölgesel tansiyonun tırmanmasından da kaçınmak istediğini gösteriyor.
Trump Faktörü ve Nükleer Diplomasi
Türkiye’nin bu süreçteki bir diğer dikkate değer tutumu ise, ABD Başkanı Trump’a ve onun başlattığı nükleer müzakere sürecine gösterdiği destek. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, açıklamasında bu sürecin “nükleer anlaşmazlığın çözümüne yönelik tek yöntem” olduğunu belirtti.
Bu tutum, Türkiye’nin nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ilkesine bağlı kaldığını gösterdiği gibi, aynı zamanda ABD ile kriz döneminde doğrudan karşı karşıya gelmemek adına da stratejik bir tercih olabilir.