"Tolstoy'dan benim için yazı yazmasını hiç istemedim.” diyor sevilen yazar Toni Morrison bir röportaj yazısında. Sonraysa söyleşiyi şöyle sürdürüyor: Ohio, Lorain' de yaşayan küçük bir siyahi kızdım. Yazar James Joyce' dan veya Dublin dünyasından bahsetmemesini hiç istemedim. Asla. Ve yazarlar neden hayatını sana açıklamak istensinler ki? Bunu yapan muhteşem yazarlar tabii vardır ama ben onlardan biri değildim. Evrensel olma meselesi, benim için umutsuzca anlamından soyulmuş, yalnız bırakılan küçücük bir kelime sayılır. Misal, Faulkner, bölgesel edebiyat olarak adlandırılabilecek bir şey yazdı ve bunu tüm dünyaya yaydı. Benim yapmak istediğim de işte bu. Evrensel bir roman yazmaya çalışsaydım, sonunda su olup akardı. Çünkü siyah insanlar için yazmanın bir şekilde yazıyı küçültmek gibi bir önerisi vardır. Benim bakış açıma göre ise sadece “insanlar” vardır…” Yazar Morrison, 1920' lerde Harlem'de geçen ve bir kocanın genç metresini öldürdüğü bir aşk üçgenini konu alan, caz müziğine benzer bir anlatı yapısı kullanan, bir temanın açılış ifadesi ve bir dizi ayrıntılandırma içeren ‘Jazz’ (1992) adlı romanının yayınlanmasının ardından Nobel Ödülü kazandı. Peki ama bizler de kurumsal dünyada konuşurken, yazarken ya da bir sunum esnasında herhangi bir soruya karşılık olarak fikirlerimizi böyle sanatsal bir yolla ifade edebilir miyiz? Bunun kurumsal hayatta, hatta bir marka sunumunda faydası nedir? ‘Yaratıcı İletişim’ günümüzde çığır açar mı? Ya da bu nasıl sağlanır? Öyleyse sanki büyük aşkımız gelmiş, sunum yaparken bizi uzaktan izliyormuş gibi heyecan ve şevkle bunu o esnada uygulayabilir miyiz? Cevap verirken insanların duygularını uyandıran bir perspektif sunabilmek için nasıl ‘Sanatsal’ etkileyiciliğe sahip olabiliriz? Ve o motivasyonu nereden bulacağız? Elbette, sanatsal olmamız bir bakıma kurum kültürü, eğitim değişkenleri, yeni iş yapış şekilleri ya da sahip olduğumuz özgüven ile ilgili. Bazen bütün bu çevresel etkiler sayesinde bunun önü her zaman açılamayabiliyor. O halde somut sonuçlar yaratmak için ne yapmalıyız? Ve bu konuda nasıl gelişebiliriz? Çünkü ne de olsa, yaratıcılık her zaman ilgiyi yeniden canlandırır.
Öte yandan, gelecek vadeden iş modelleri, kariyer dünyasının, değişen dünyada başarı basamaklarını birer birer tırmanırken kaçınılmaz olarak kültür, sanat ve edebiyat alanında ilham verici, sanatsal ya da şiirsel ifadelere yakınlaşmamızın bir sebebi var, o da, bize fena halde kendimizi dinleme imkânı vermesi ve insan olduğumuzu hatırlatıyor olmasından dolayı. Aslında, yaratıcı konuşmanın besleyici gücü, fark yaratmayı arzulayan bir grup insana fikirlerini besleme şansı bile veriyor. Hatta belki kendi seslerini bulmaya, hangi alanda olursa olsun kendi değerlerini oluşturmaya olanak tanıyor. Böylece günümüzde, bir takım oyuncusu, insan ya da başarılı bir yönetici olmak için iletişimin olmazsa olmazları arasında fark yaratan sanatsal iletişimin rolü oldukça fazla. Hatta bazen, iletişim dilinde normal hayatta yapamadığınız, çekindiğiniz her şey, karakter üstünden anlatabilir, benzetmeler kullanarak titiz ve adil bir süreç yürütmek kaydıyla hikâyeyi süsleyebiliriz. Olsa olsa hepimiz, hızla gelişen sektörün bir parçası olmayı isteyen, doğal olarak ekip içerisinde gerçek anlamda bizi dinleyen bir kişinin desteğiyle veya dinleyici olarak karşımızda duran kişinin söylediklerinin tadına varmış olarak yola motive olmuş olarak devam ederiz. Ancak, yaratıcı iletişim yoluyla bunu karşımızdaki için daha besleyici hale nasıl getirebiliriz? Ya da yaşam akıp gidiyor duygusunu baskılayan dünyada, kendimizi daha sanatsal olarak nasıl ifade edebilir ya da besleyebiliriz? Tabii ki bu yazının amacı biraz da bir fikir tahtası oluşturmak veya sahip olduğunuz yaratıcı engelleri aşmanıza yardımcı olmak.
Belki de yeni dünya düzeninde, insanları umursayan meslekleri gözlemlemek, örneğin şef, ünlü bir doktor gibi, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için sıra dışı, sanatsal yöntemler uygulayan coşkulu bir öğretmen ya da bilim insanı, mimar, çağdaş bir felsefecinin konuşması gibi etkileyici olmayı ilke edinen insanları izlemeye ihtiyacımız var.
Çünkü Nietzsche’nin söylediği gibi, “Bilim bir şeyi bilgi haline getirdikten, bir problemi çözdükten sonra artık onun üzerinde durmaz; o, herkes için aynı olan bir bilgi niteliği kazanmıştır. Oysa sanatçı ve nesnesi arasındaki bağ kişiden kişiye değişiklik gösterir. Sanat eseri burada herkes tarafından, her çağda yeni baştan ele alınır. Bu her çağda yeni bir ilişkinin temeli ve eserin ölümsüzlüğünün göstergesidir.” diyor. O halde hep birlikte sanatsal iletişim nasıl gelişir, bizi nasıl bir arada tutar ve ilham verir, gelin inceleyelim;
Kişisel İfadeye İzin Veren Aktiviteler
Amerikalı yazar Toni Morrison’ın Literary Hub’da yer alan NEA Art Magazine şirketine verdiği röportaj yazısında “Princeton’da yaratıcı yazı dersleri verdiğim sırada, hayatları boyunca öğrencilerime bildikleri şeyleri yazmaları söylenmişti. Derse her zaman, ‘Bunu hiç dikkate almayın’ diyerek başlardım. Birincisi, hiçbir şey bilmiyorsunuz; ikincisi de ne gerçek aşkınızı duymak istiyorum, ne ana babanızı ne de arkadaşlarınızı. Tanımadığınız birini düşünün. Rio Grande’de çat pat İngilizce konuşan Meksikalı bir kadın garson? Ya da Paris’te görmüş geçirmiş bir kadın? Hayal edin, yaratın. Daha önce yaşadığınız bir olayı kayda geçirmeye ya da onu düzenlemeye kalkmayın. Bunu yapmalarının ne kadar etkili olabildiğini her gördüğümde şaşırmışımdır. Varoluşlarının tamamen dışında bir şeyi tahayyül etme yetkisi verildiğinde her zaman alışılmışın dışına çıkıyorlardı. Bunun onlar için iyi bir alıştırma olduğunu düşünürdüm. Eninde sonunda ortaya çıkan şey yine de bir otobiyografi olsa bile, hiç olmazsa kendileriyle bir yabancı olarak ilişki kurabiliyorlardı.” diyor. Bu yüzden, bir başkasını dinleyip kendi sahip olduğumuz konfor alanının dışına çıkarak farklı fikir ve olaylara açık olmanın önemine değiniyor. Sonundaysa, sıra dışı olanı havada yakalayarak onu yaratıcı bir hikâye olarak anlatmak ise paha biçilemez bir değer haline geliyor.
Empati Bir Değerdir
Forbes yazarı Dana Brownlee ise Are You Really Listening Or Just Waiting To Talk? There’s A Difference başlıklı yazıda şöyle söylüyor “Güçlü bir liderin özelliklerini düşündüğümüzde, ‘iyi bir dinleyici’ genellikle akla gelen ilk becerilerden biri değildir, ancak belki de öyle olmalıdır. Özellikle bu Covid-19 döneminde, liderler stresli, endişeli çalışanların çoğu zaman işe dönüş konusunda tereddütlü olduklarından, empati ve duygusal zekâ gibi nitelikler yüksek talep görecek ve muhtemelen başarılı liderleri başarısız olanlardan ayıracak. Tartışmasız, bu tarz bir liderlik için en gerekli bileşenlerden biri aktif ve özgün bir şekilde dinleme yeteneğidir. Hayır, sadece herkesin yapabileceği sıradan bir dinleme değil, başka bir düzeyde dinleme.” diye bahsediyor. Bu sebeple, düşündüğümüzden daha derin olan insandan edindiğimiz bütün geri bildirimler bir noktada eskiyen kalıplara ve yaratıcılığını olan fikirlere üstün gelebiliyor. Haliyle bu davranış, insanların kendini değerli hissetmelerini sağlayarak daha güçlü bağlar kurmayı kolaylaştırıyor. Dolayısıyla, yaratıcı dille sunum yapmadan hemen önce, insanlarla gerçek bir bağ kurmanın ilk kural olduğunu bize hatırlatıyor.
Bazen Eleştiri Anlamsızdır
Yazar Paul Auster Köşeye Kıstırmak adlı kitabında “Cesaretini toplamak için derin bir soluk aldı. Uzandı, sigarasını masanın üstündeki tablaya bastırıp söndürdü. Konuşması boyunca da gözünü tabladan ayırmadı, sanki benimle değil de kül tablasıyla konuşuyordu. Sönmüş sigara eleştiri getirmeyecek sessiz bir dinleyiciydi.” sözleriyle bize masum bir isteği anlatıyor. O da bizi yaratıcı fikirlere karşı onları hiç eleştirmeden karşılaşma özlemi. Dolayısıyla yaratıcı olmak için gittiğimiz sergiler, müzeler ya da bir film izlemek bile hoşgörü ve açık fikirlilikten geçiyor. Diğer yandan, bunu söylemek tuhaf görünse de her daim konuşan olmaktan çok dinleyici olmanın daha önemli olması. Bazen, sadece konuşan olmak yaratıcılığı, özgünlüğü ve farklılıkları kısıtlar. Hatta, sadece kendi biliyor gibi görünmek, yeni fikirleri yakalama konusunda fayda vermiyor. Nitekim, her anlatılan hikâyenin, duyguların farklı dokusu vardır. Elbette, bu diğer kişiyle aynı fikirde olmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Aslında yazıdan da anlaşıldığı üzere farklı fikirleri dinlemenin bir özelliği de medeniyet solumanın mutluluğunu tadan insan olmaya bir tık daha yaklaşmak. Sürekli eleştirilen bir ekip arkadaşımızın mutsuzluğu ise tüm ekibi etkiliyor. Bize mutluluğu getirense iyi, güzel yanlarımızı destekleyen, sanatsal düşünmemizi eleştirmeyen ekip arkadaşlarına sahip olmaktan geçiyor.
Soru Sormak Sanattır
Thinking Museum yazarı Claire Brown’un Learn How to Ask Good Questions adlı yazısında “…ancak kısa bir araştırmadan sonra düşüncelerim doğrulandı; çoğu inanılmaz derecede sıkıcı görünüyordu ve soruların sınıflandırmalarına veya belirli durumlara yönelik sorgulamalara (satış sunumları) odaklanmıştı. Soru sorma yeteneğimizi kaybetmiyoruz, sadece onu çok fazla kullanmıyoruz veya 'alıştırmıyoruz'. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde insanlar, sorulardan ziyade yanıtlar beklemeye eğilimlidirler. Warren Berger, iyi soruların gerçek meraktan çıktığına inanıyor. Ancak yaşlandıkça doğal merakımızın çoğunu kaybederiz ve bunun sonucunda daha az soru sorarız.” diyor. Öyle ki, bir fikri gerçekten anlamaktan öte olan daha derin bir merak anlayışına sahip olmamız önem arz ediyor. Ve takım arkadaşımızın ruhuna dokunan, hatta onun iyi hissetmesini sağlayan sorular sormaktan geri durmamamız gerekiyor. Böylece doğru soruları sormanın paha biçilemez değeri iyi bir dinleyici olmamız oluyor. Soru sorma becerimizi ise geliştirmeliyiz. Soru sorma esnasında önceden deneyip başarısız olduğumuz şeyler, aslında birikerek bizi işte o konuda daha olgunlaşmış bireyler haline getiriyor. Belki de bu vesileyle, iş hayatında doğru soruları sorarak bizlere fikirlerimizi daha sanatsal bir tarzla başkasından aldığımız geri bildirim sayesinde iyi birer hikâyeye dönüştürmemize olanak sağlıyor.
İlham Verici Olmayı İstiyorsanız, Ayırt Edin
World Economic Forum tarafından yayınlanan 8 Things Successful People Do Not Do Every Day adlı yazıya göre yazar Jeff Haden şöyle söylüyor “Yine de her şeyi yapamazsınız. Her şeyi yapmamalısın. Aslında başarı, çoğu zaman yaptıklarınızdan çok, yapmamaya karar verdiğiniz şeylere bağlıdır. Ayrıca hayır demek nadiren beklediğiniz kadar kötü sonuç verir. Çoğu insan anlıyor ve anlamıyorsa ne düşündüklerini çok fazla neden önemsemeli misiniz ki?” Haliyle, dinleyici olmanın en güzel yanı, birçok fikrin arasından en işe yarar olanı seçebilme yetisi kazanmamız oluyor. Örneğin girişimciler bir ürünün, işin ya da ortaya koymayı istediği fikrin diğer firmalara göre ne kadar kaliteli ve farklı olduğunu saptayarak rakiplerinden o derece sıyrılabiliyor. Bu yüzden, önce etrafını dinleyip daha sonra ortaya sunacağınız oluşumun kalitesini yüksek tutmayı istiyorsanız seçici olun. Üstelik düşünürseniz, ilham aldığımız her girişim, kendi alanında başarılı olmak için birtakım bedeller ödemiş oluyor. Bu bedellerin bir çoğuysa bazen her şeyi beğenmemekten geçiyor. Hatta, yeri geldiğinde kendimizi yetersiz hissetsek bile bu inatçılığı sürdürmemiz ulaşacağımız hedef için oldukça sağlıklı bir davranış sayılabiliyor. Dolayısıyla, bunu amaç edinen bireyler en iyisini yapmaya yeltendiğinden takım arkadaşıyla sadece en iyi fikirleri paylaşıyor. Bu da marka değerini arttırmayan fikirleri hızlıca elemenizi sağlıyor.
İnsanlar Sayesinde Gelişin
Bazen insanların cevapları yoktur. Herkesin yaratıcı olmasını beklemek, hiç olmadığı kadar yaşam dolu olmasını beklemekle aynıdır. Bu neyin içerisinde olduğunu bilmediğiniz insanlardan sürekli beklenti havuzunda yüzmekten fazlası bile değil. Misal, Enterprise Next kurucu ve Fortune Türkiye yazarı Levent Daşkıran’ yazıdığı Girişimcilik Çağında Fikirleri Gerçeğe Dönüştürme Kılavuzu başlıklı yazıda “Çok parlak bir fikir, iyi yönetilmediğinde başarısızlıkla sonuçlanabilir. Mümkünse kendi kaynaklarınızla fikrin bir prototipini veya ön modelini hazırlayın. Gerçek kullanıcı deneyimleri konusunda fikir edinmeye çalışın. Büyük düşünüp küçük başlayın. Zihninizde kendi önünüze engeller koymayın. Üzerine gidin ve farklı düşünmeye kalkışarak geliştirin.” diye yazıyor. Bu noktada, bilgiyi doğru uygulamak için kullanıcıları dinlemek en önemli konu. Özellikle, kullanıcıların her biri farklı beceri ve yorumlara sahipken onlardan aynı yetenekleri beklemek şirketin başarı ivmesini düşürüyor. Fikirleri doğru uygulamanın en iyi yoluysa zaman alacağını bilerek bu konuda sabretmek oluyor. Ve elbette zihinsel engelleri ortadan kaldırmak fazlasıyla değer teşkil ediyor. Bir diğer artısı ise fikirleri daha yaratıcı biçimlerde aktarabilmek için denemekten asla vazgeçmeyen kullanıcının her daim yanında olmak oluyor. Böylelikle şirketlerin ürettiği ürün kullanıcılarını dinledikten sonra eskiyen fikirleri yeni bir iş modeline uygun hale getirmesi için onları yakinen takip etmesi gerekiyor.
Durumlara Neşe Getirin
Yazar Ayn Rand ise Atlas Vazgeçti adlı kitabında “Neşe insanın yakıtıydı.” diye yazıyor. Elbette, gülümsemenin ya da pozitif olmanın bulunduğumuz odanın havasını temizlediğini hepimiz deneyimlemişizdir. Dinleyicinin güler yüzlü olmasıysa bulunduğumuz ortamı daha iyi bir hale getirebiliyor. Bu yüzden, şirket bünyesinde böyle bir dinleyici olmak pozitif bir artı sayılıyor. Gerektiği yerde neşe veren bir espri kurgulayabilmenin olanağı ise dinleyici olduktan sonra anlatıcının karakterini, düşüncelerini saptayabilmek ve de ortama uygun bir mizahi yaklaşım sergileyebilmekte. Neşenin kaynağı olan kişinin ise topluluğu anlık da olsa motive eden olduğuysa aşikâr. Toplulukta yer alan yüzlerin ise narin, gürültülü, cömert ve dünyevi bir gülüşü olacağı kesin. Ve şişkin egoların parçalanacağı da. Özellikle, etkinlik esnasında konuşmacının coşkulu olması insanların tutularını uyandırıyor. Böylece, odak noktası haline gelen konu üstünden yaratıcı ögeler anlatmak çok daha etkileyici oluyor.
Dinamik Bir Dinleyici Olun
The Wall Street Journal’da yayımlanan How to Be a Better Listener adlı yazıya göre iyi bir dinleyici olmanın ne yapması gerektiğiyle ilintili yazar Rubine Madan Fillion şunları söylüyor;
• Cep telefonunuzu bir kenara bırakın.
• Diğer kişinin ne söyleyeceğini zaten bildiğiniz varsayımını bırakın.
• Konuşmanın odağını netleştirmek için açıklayıcı sorular sorun.
• Daha fazla bilgiyi yansıtmak veya özetlemek için duraklamaları kullanın.
• Konuşmacının söylediğini düşündüğünüz şeyi başka sözcüklerle ifade edin ve hedefte olup olmadığınızı sorun.
Yazar Ralph G. Nichols ve Leonard A. Stevens’ın Harvard Business Review’da yazdığı Listening The People adlı yazıya göre “Kullanılmayan potansiyel pratik olarak hiçbir şarta bağlı olmaksızın, insanların genel olarak nasıl dinlemesi gerektiğini bilmedikleri söylenebilir. Çok iyi işiten kulakları vardır, ancak bu kulakların dinleme adı verilen şey için etkili bir şekilde kullanılmasına olanak sağlayacak gerekli işitsel becerileri nadiren edinmişlerdir. Birkaç yıldır insanların duyduklarını anlama ve hatırlama yeteneklerini test ediyoruz. Minnesota Üniversitesi'nde binlerce öğrencinin ve yüzlerce iş ve profesyonel insanın dinleme yeteneğini inceledik. Duyduğu şeylerin yalnızca yarısını hatırlıyorlar. İnsanların dinleme sorununun ve gelişmiş işitsel becerilerin işleri ve işleri için neler yapabileceğinin farkına vardıklarında ne olacağı olabilir.” diye vurguluyor. Böylelikle, sahip olduğumuz en iyi şeyi, yani eğer ki ekip arkadaşımızın neye ihtiyaç duyduğunu işitmek ya da yenilikçi fikirleri yakalamak için kulaklarımızı dört açmamızın önemine değiniyor. O da, aktif bir dinleyici konumuna geçerek yok olup gitmesini istemediğiniz fikirleri belki de dinledikten sonra hızla not almamız gerektiği gerçeği oluyor.
Otantik -Özgün- Olun
Aslında, özgün olmanın değerini hepimiz bilir, takdir ederiz. Bunun içinse karşımızdaki insanı dinlemeden önce öğrenme arzusun harekete geçirmekse bize kalıyor. Diğer bir deyişle özgün olmanın en önemli yolu öğrenme arzusunu odağınızdan yok etmemek oluyor. Böylece daha fazla insanla bir araya gelme ihtimaliniz doğuyor. Çünkü otantik olmak aslında şu demektir: aralarından size özel, yani rafine olduğunu düşündüğünüz o şeyi seçerek diğerlerini elemek. Aslında bu ufak çaplı bir motivasyon arttırma örneğidir. Ve birlikte çalıştığımız insanlarla bizi verimli bir zeminde buluşturan bu bize özgü özellikler, başkalarıyla aynılaşmanın önüne geçiyor.
Anlatmaya Değer ‘Şeyler’ Bulun
Sevilen yazar Asaf Halet Çelebi ise Yapı Kredi Yayınları’nın Türkçeye kazandırdığı Bütün Şiirleri adlı kitabında yer alan Radyo adlı şiirde “İçimin sıkıntısı, bütün kutuları kırmak istiyor.” diye söylüyor. Özellikle bu, özgürlüğün ve cesaretin dönüşümü sayılan ‘kendi kabuğunu kırma’ tabirini içeriyor. Yine de markalar son dönemde açık fikirli olduğunu savunsa da kendi bildiğinin en doğru olduğunu anlatan motivasyon konuşmalarıyla çığır açıyorlar. İyi bir hitabetle ikna etme çabaları ve icraat arasında şeffaflık farkı bulunsa da açık fikirli olmanın yararı çok fazla. En azından denemeye değer birçok yeni fikrin henüz denenmeden çöpe atılmasının bir faydası yok. Hatta günümüzde, oldukça katı bir tutum sergileyen firmalar bir süre sonra aynı şeyleri yapmaktan öteye geçemediğinden dolayı baş döndürücü bir biçimde piyasadan silinip gidiyor.
Sakin Bir Köşe Bulmanın Hafifliği
University of Minnesota Libraries Publishing’de yayınlanan Why Listening is Diffucult başlıklı yazıya göre “Gürültü, dinlemeyi engelleyen en büyük faktörlerden biridir; bir mesajı dikkate alma ve anlama yeteneğinizi engelleyen herhangi bir şey olarak tanımlanabilir. Gürültünün pek çok türü vardır, ancak topluluk önünde konuşma durumlarında karşılaşmanız en muhtemel dört tanesine odaklanacağız: fiziksel gürültü, psikolojik gürültü, fizyolojik gürültü ve anlamsal gürültü.” diye yazıyor. Bu da doğal olarak, bizlere daha sakin olmayı sağlayan ve de iş yerinde öğrendiklerimizi, sakin bir köşeye çekilip pekiştirdikten, yani kendimizi dinledikten sonra çevremize değer katmak için büyük ölçüde kullanmak anlamına geliyor.
Geçmişte Anlam Bulmaya Hazır Olun
Günümüzde hala herhangi bir bilgiyi bulmak oldukça derinlik isteyen bir konu. Araştırmalar, yazışmalar, e-postalar, buluşmalar ise cabası. Bunun içinde uzun zaman üzerinde çalışılmış, bilgi toplanmış projeleri sunan bir yerde bulunmak kendimize dair bir şey bulmak için elzem. Kendimizi tanımamız içinse böyle yerlerde vakit geçirmek çok değerli. Yazar Orhan Pamuk ise Storytel Mag’de yayınlanan yazıda dünya çapında ses getiren kitabı Masumiyet Müzesi’nden şu sözleri yer alıyor “Hayatta en büyük teselli budur. Kalpten gelen dürtülerle yapılmış ve iyi kurulmuş şiirsel müzelerde, sevdiğimiz eski eşyalarla karşılaştığımız için değil, zaman kaybolduğu için teselli oluruz.” diyor. Diğer yandan ise yine Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan aynı adlı kitapta “Gerçek müzeler, zamanın mekâna dönüştüğü yerlerdir” diye söylüyor. Üstelik, karşımızdakini heyecanlandıran iyi bir anlatıcı olmadan önce, iyi bir dinleyici olmak için kendi içsel yolculuğumuzu keşfetmek harika bir başlangıç. Buna bağlı olarak, müzeler bize sundukları bilgiler ışığında kendimizden bir şeyler fark etmemizi sağlayan yegâne yerler.
Kayda Değer Olanı Destekleyin
Ne var ki, yöneticinin çalışanları dinliyor olması çalışan motivasyonu arttırıyor. Ve onlara cesaret veriyor. Diğer yandan, çalışanın vizyonu ne denli parlak veya zenginse heyecan verici fırsatlara yönelmesi o kadar olası oluyor. Bu da tüm ekibin daha umutlu olmasını sağlıyor. Ve değersiz olanı elemeyi öğrenmekse başkalarını dinleyerek iş fikrine yatırım yapmaya bağlı hale geliyor. Bunun için ise çalışanın kendini anlatmasına olanak tanımak gerekiyor. Aslında bir bireyin düşünme ve anlatma, yani fikir özgürlüğüne sahip olması İnsan Hakları Bildirgesi’nin en önemli maddelerinden biri. Bunu yok saymak ise çalışanı komple yok saymak demek oluyor. Örneğin MIT Press tarafından yayınlanan ve girişimci Daniel Aronson’un Penguin Random House’dan çıkan The Value Of Values adlı kitap bültenindeki yazıya göre “Değerlere göre hareket etmek herkesin yararına iyilik yapmak sonuçta önemli ölçüde fayda sağlayabilir, ancak birçok iş lideri yanlışlıkla doğru şeyi yapmanın karı düşüreceğine inanır. Bu inanç, işletmeleri finansal ve rekabet açısından daha başarılı olmaktan ve dünyaya daha fazla iyilik sunmaktan alıkoyan en büyük engeldir. Değerlere göre hareket etmek sadece kazanan bir iş stratejisi olmakla kalmaz, aynı zamanda çoğu durumda çok az ek yatırımla şirketin gücünü, kârını ve rekabet avantajını artıran bilinçli bir seçimdir. Değerler ile hareket etmenin gerçek ticari faydasını hesaplamak ve yakalamak, sürdürülebilirlik ve sorumluluk kılavuzunda çok ihtiyaç duyulan bir güncellemeyi sağlar. Daha da önemlisi, yöneticilere kârlılığı artırmak, müşteri kazanmak ve kendi kariyerlerini hızlandırmak için değerlerin değerinden nasıl yararlanacaklarını gösteriyor.” diyor. Böylece uzun vadede başarılı olmak için hani değerleri önemsediğinizi saptamak kariyer açısından ciddi bir fark oluşturuyor. Daha fazla açıklamak gerekirse değerler listesi oluşturmanın bir diğer anlamı da, sezon indirimlerini önemsemenin geçici bir değer olduğuna vurgu yapması.
Yaratıcı Bir Takımla Düşleyin
Yaratıcı takımlara katılıyor olmak ise son derece tatmin edici sayılıyor. Örneğin University Of Oxford tarafından yayımlanan Building Creative Connections adlı röportajda konuşan Mark Vice ise “Üyelerimizi fikir öne sürmeye, oturumlar veya atölyeler oluşturmaya, toplantılar için yerler sağlamaya vb. teşvik ediyoruz. Yüz yüze toplantıların yanı sıra, hepimizin iletişim kurmasını, iş birliği yapmasını, ilham paylaşmayı, gittiğimiz etkinlikler hakkında konuşmasını ve bu tür şeyleri sağlayan bir ‘Teams’ kanalımız da var.” diyerek bizlere ‘değer yaratmak’ üstüne başkalarıyla gelişme imkânı olduğunu hatırlatıyor. Çünkü yaratıcı iletişimi tahmin etmenin en olağan, doğru ve şeffaf yolu başkalarının fikirlerini iyi dinlemeyi, sakince düşlemeyi ve de sizinle aynı yolu yürüyen insanların global seviyede başarmak istediklerine teker teker odaklanarak onlardan beslenmek gibi görünüyor. Böylece sanatsal bir ortamda bulunarak o havayı koklamanız yaratıcılığı yüceltmekte büyük bir rol oynuyor.
İş Yerinde Kitap Okuyun
Hoot Design Company tarafından yayımlanan 7 Reasons to Start an Office Book Club adlı yazıda ise “Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, okumak hayal gücünüzü çalıştırmanıza olanak tanır. Hikâye okuyarak zihninizde yeni dünyalar kurabilir, bu süreçte yaratıcılığınızı ve empati yeteneğinizi geliştirebilirsiniz. Okumak aynı zamanda size yeni kelimeler ve ifadeler öğreterek dil kapasitenize de yardımcı olur. Emory Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma da okumanın beyin bağlantısını geliştirebildiğini ve bunun da beyin fonksiyonlarını iyileştirdiğini gösteriyor.” diye bahsediyor. İş yerinde kitap okumanın aslında çalışanın kendini dinlemesi, hatta dinlendirmesi oluyor. Anlık da olsa varoluşsal krizlerini azaltıyor. Çalışanın masasında bir kitap olması ise düşünsel sürecini rahatlatarak endişe, kaygı gibi duyguları aniden hafifletiyor. Hatta ofis içi etkinlik yöneticisi tarafından kitap kulüpleri kurularak harika birer tartışma alanı oluşturulabiliyor. Böylece tartışma esnasında iş arkadaşımızınla yaratıcı bir zaman geçirmek için yeni bir fırsat doğuyor.
Hikayenizi Paylaşın
The Fast Company’de yayınlanan Why Storytelling Is The Ultimate Weapon başlıklı yazıya göre “İş hikâye anlatımının yeni müjdesi, insan doğasına ilişkin ortak görüşlere meydan okuyor. Kendimizi Homo sapiens olarak adlandırdığımızda, türümüzü gerçekten ayıran şeyin insan zekâsı (bilgelik) olduğunu savunuyoruz. Maliyet ve faydaları tarafsız bir şekilde sunarak en iyi şekilde ikna edebileceğimizi düşündüğümüzde, bu görüşü zımnen onaylıyoruz. Ama biz mantıktan çok duygu canavarlarıyız. Bizler hikâye yaratıklarıyız ve bir zihnin ya da tüm dünyanın değişme süreci ‘Bir varmış bir yokmuş’ ile başlamalı.” diyor. Aslında, birden fazla dilde olmanın, birden fazla bilgiden yararlanmanın insana kattıkları nedir diye düşünecek olursak ‘Hikâye anlatıcılığı’ bizi iyi hissettiriyor. Farklı insanlarla bir araya gelerek farklı fikirleri öğrenebilme fırsatına sahip olmanın artıları oldukça fazla. Hep aynı insanlarla bir arada olmaksa hedefleri tutturmaya olanak tanısa da uzun vadede öteki olmanızı sağlıyor ya da sizi kısıtlıyor. Bu sebeple hikayenizi karşılıklı olarak paylaşmaya değer gören ve farklı bireylerin de size anlatmasına olanak tanıyanlar daha ilham dolu ve iş dünyasındaki yaratıcı düşünme konusundaki dönüşümsel süreçleri öğrenmeye daha yatkın oluyor. Ve bir başkasıyla konuşurken referans olarak başkasının hikayesini anlatmanıza olanak tanıyor.
‘Başkalarını Önemseyen’ Birey Olmayın
Işığınızı söndürmeye yeltenen, elinizdekileri küçümsemeye kalkışan, sizi yetersiz ya da güçsüz hissettiren garip ön yargılar karşısında kayıtsızlık, ilgisizlik, aldırış etmeme ya da dinlememe anlamına gelen her şeyi yapın. Çünkü bütün yaratıcılık gerektiren meslekler aslında sürdürülebilir ve besleyici olmayı hak ediyor. Bu yüzden öngörülemez etkileşimlerden ve manasız geri bildirimlerden uzak durmaksa sizi her zaman destekleyecek olan sağlıklı, şefkatli bir çevreyle bir arada olup yetişmenize sebep oluyor. Ve her şeyden önce, başkalarına ilham veren bir birey haline gelebilmek için bunu yapmak oldukça etkili. Misal, yaratıcı endüstrilerin iletişim ihtiyaçlarını karşılama potansiyelini ortaya çıkarsa: reklamcılık, halkla ilişkiler, medya prodüksiyonu, yayıncılık, kurumsal yönetim, vb. kurumlardan mezun olan bireyler doğal olarak kendi alanlarında bu yaratıcı dili sürdürmek durumunda kalıyorlar. Bunun için ise International House World Organisation’da yer alan Creative speaking – Storytelling to learn to speak adlı eğitim programına göre iyi bir yaratıcı iletişimci olmak için belirlenmiş olan bazı adımlar ise şöyle:
• Gülümseyerek veya başını sallayarak dinleyiciyi teşvik ederken konuşma, yazma, ifade etme ve düşünmede 'Yaratıcı boyutlara' sahip olmak için dil öğrenimini kolaylaştırmak.
• Açıklığa kavuşturmak ve daha fazla bilgi almak için uygun sorular sorun.
• Bireysel seçim, esneklik ve kişisel içerik açısından tepkisine uyum sağlayabilen 'açık uçlu anlatım’ sağlayın.
• Odaklanın ve beden dilinizi düşünün.
• Başkalarının veya kendi hikayelerine orijinal düşüncelerini ve fikirlerini ekleyerek kendi hayal dünyalarını ifade etmeleri gerekir.
• Yaratıcı dil kullanımı sürekliliği, içeriğiyle etkileşime girecek bir yenilik öğesiyle zorlu, ilgi çekiciliğe sahip olun.
• Kişinin söylediklerine yanıt verin –söylenenleri sanattan örnekler vererek özetleyin.
Sonuç olarak her birimiz bütün riskleri aldık, denizleri geçtik, geceleri sahillerde yuvarlandık ve sonundaysa yaşam bütün o belirsizliğin içerisinden bizleri böyle bir noktaya taşıdıysa, bütün o yolculuk sanatın kendisidir aslında!
Ezgi Özsan