Sosyal medyada paylaştığınız her gönderi gerçekten sizin özgür iradenizle mi, yoksa görünmez bir baskı altında mı şekilleniyor?
Günümüz dijital çağında, “dijital linç” kavramı hayatımızın sıradan bir parçası haline geldi. Bir kişinin sosyal medya üzerinden yoğun eleştiri, dışlama ya da tehditlere maruz kalması yalnızca bireysel bir tepki değil; aynı zamanda toplumsal normları koruyan güçlü bir disiplin mekanizmasıdır. Bu yeni toplumsal kontrol biçimini anlamak için Michel Foucault’nun Disiplin ve Ceza adlı eserinde ele aldığı iktidar, disiplin ve gözetim kavramları bize önemli bir çerçeve sunar.
Foucault’ya göre klasik toplumlarda iktidar çoğunlukla açık ve fiziksel cezalarla işlerdi. Suç işleyen kişi herkesin gözü önünde cezalandırılır, bu da topluma gözdağı vermeyi amaçlardı. Ancak modern toplumlarda iktidar biçimi dönüşmüştür: Cezalandırma yerini disipline bırakır. Artık bireylerin davranışları ve bedenleri sürekli bir gözetim altında denetlenir. Foucault, bu yeni gözetim biçimini “Panoptikon” modeliyle açıklar: Mahkumlar, merkezdeki bir gözetleme kulesinden sürekli izlenip izlenmediklerini bilmeden yaşarlar. Bu belirsizlik, mahkumun kendi davranışlarını kendisinin düzenlemesine neden olur. Gözetim, özdisiplini doğurur.
Sosyal medya ise bu panoptik gözetimin dijital versiyonunu temsil eder. Herkesin birbirini sürekli izlediği, yorumladığı ve yargıladığı bir alana dönüşmüştür. Dijital linç, bu gözetimin en keskin ve görünür hâlidir. Bir kişi toplumsal normlara aykırı ya da tartışmalı bir davranış sergilediğinde, sosyal medya kullanıcıları tarafından hızla hedef alınır; eleştirilir, dışlanır, hatta tehdit edilir. Ancak bu linç yalnızca hedef alınanı etkilemekle kalmaz; herkesin izlediği bir “ders” olur. Böylece kullanıcılar, benzer bir durumla karşılaşmamak için kendi davranışlarını düzenlemeye başlar. Görünürde özgür olan bu platformlarda, aslında iktidarın en ince biçimlerinden biri işlemektedir: Öz-disiplin.
Bu görünmez baskıdan en çok etkilenen gruplardan biri ise kadınlardır. Kadınlar, sosyal medyada hem görünümleri hem de davranışları üzerinden sürekli bir yargılamaya maruz kalır. “Her zaman bakımlı, güzel ve çekici olmak zorundayız” algısı, adeta dijital çağın görünmeyen kurallarından biri hâline gelmiştir. Peki hiç düşündünüz mü? Bir fotoğraf paylaşmadan önce, gerçekten nasıl göründüğümüzü sorguladığımız anlar oldu mu? Sırf “yeterince iyi görünmediğimizi” düşündüğümüz için bir kareyi paylaşmaktan vazgeçtiğimiz? Ya da kombinimizin yeterince şık olmadığını hissettiğimizde kendimizi eksik saydığımız?
Dijital linç, sadece bireysel bir tepki değil; modern iktidarın yeni ve görünmez bir yüzüdür. Foucault’nun da vurguladığı gibi, artık cezalandırılmayı beklemiyoruz. Aksine, kendi kendimizi disipline etmemiz bekleniyor. Kadınlar, sosyal medyada her an izleniyor ve yargılanıyor olmanın baskısıyla, sınırsız gibi görünen dijital bir evrende bile kendilerini dar toplumsal kalıplara sığdırmak zorunda hissediyor. Dijital linç, toplumun normlarını yeniden üretirken, aynı zamanda sesini yükseltmek isteyenleri bastıran güçlü bir denetim aracına dönüşüyor. Bugün sosyal medyada paylaştığımız her kelime, attığımız her adım adeta sürekli bir gözetim altında. Bu nedenle, dijital dünyadaki özgürlük algımızın ne kadar gerçek olduğunu sorgulamak şart. Çünkü bu görünmez ama hissedilir disiplin mekanizması yalnızca bizi kontrol etmekle kalmaz; aynı zamanda kim olduğumuzu ve kim olabileceğimizi de biçimlendirir.
Peki, biz bu görünmez gözetim zincirlerini nasıl kırabiliriz? İşte asıl tartışılması gereken soru bu.