Yapay Zekânın Evrimsel ve Devrimsel Oyun Kurucu Liderliğinde Yeniden Dağıtılan Kartlar...Falan Filan
Yapay zekâ denince ilk akla gelen ülke ABD. Öncülüğü çok net. İkinci sıradan itibaren kimin geldiği tartışılır ama herhalde İngiltere, Fransa, Çin gibi örnekler verebiliriz. Bunların her biri geliştirici statüsünde olan ülkeler. Fikirler buralarda ekiliyor, yeşeriyor ve tabii meyveler de bunlar tarafından toplanıyor. Bir de takipçi ülkeler var, çok laf az iş üretilen. Biz 1981 yılında ülkemize renkli televizyon geldi diye heyecanlanırken Darmouth konferansının üzerinden 25 yıl geçmişti bile. Haliyle bugün “geliştirilen” uygulamaların ekseriyetle bu ülkelerde doğan girişimlere göbekten bağlı olması da şaşırtıcı değil. Başlığın anlamsızlığı dikkatinizi çekmiştir. Tesadüf değil. Çünkü bu yazı gösteriş yapma amacıyla üretilen anlamsız yapay zekâ çıktıları üzerine. Altını çizmekte fayda var, amacı bu alandaki konumumuzu geliştirmek olan yapıcı çıktılara hiçbir diyeceğim yok. En azından yakın gelecekte belki pratik olarak faydasını göremeyeceğimiz, ama bakış açımızı zenginleştirecek felsefi tartışmalar da son derece değerli. Ama iş kolaya kaçıp popülizm sosuna batırılmış kişisel çıkar gözetmeye geldiği zaman, işte orada duralım.
Yapay zekâ özelinde konuşayım: Yetersiz teknik bilgi ve düşün dünyasının sığlığı pek çok insanı teknik konulardan ziyade doğruluğu kesin olarak kanıtlanamayacak, genel geçer konular üzerine ahkâm kesmeye itiyor. (Trajikomik bir örnek: Hayatında tek bir Dostoyevski romanı okumadan toplum içinde Dostoyevski’yi yalayıp yutmuş gibi görünmek için “tasarlanan” yayınlar var. Yeter ki –mış gibi görünüp kendimizi iyi hissedelim. Farkında değiliz belki ama istatistiğin ezici gücü de arkamızda. Ne de olsa yanlışlıkla bir Rus edebiyatı uzmanına denk gelmemiz oldukça düşük bir ihtimal. O halde risk almaya değer, değil mi?). Neden teknik konular hakkında az konuşuluyor derseniz, yanlışlanıp rezil olma ihtimali yüksek de ondan.
Yazılı medya ile başlayalım:
İşimin önemli bir parçası bu alanda yazılmış yazı ve makaleleri takip etmek. Bilimsel makaleleri bir kenara bırakırsak, hangi platforma baksam karşıma üç aşağı beş yukarı aşağıdaki gibi başlıklar çıkıyor:
• Yapay zekâ liderliği nasıl dönüştürecek?
• Yapay zekânın hayatımızın yeniden tanımlanmasındaki rolü
• Yapay zekâ devriminde evrimleşen yeni nesil insan
• Hırsız yapay zekâ mesleğimizi çalacak mı?
• İnsan ile makinenin ortaklığından yeni bir aşk mı doğuyor?
• Yapay zekâ çağında kartlar yeniden dağıtılıyor
Değişim, dönüşüm, evrim, devrim, liderlik, gelişim… Benimle aynı fikirde misiniz bilmiyorum ama o kadar “ne umdum, ne buldum” ki artık bu tarz başlıklar atılmış yazıları okumuyorum bile. Emeğe saygım sonsuz. Ama her eline kalem alan yazar, her önüne mikrofon koyan podcastçi, her sahneye adım atan kendini yapay zekâ uzmanı zannetmemeli. Yazıyorsanız, bana bilmediğim bir şey söyleyin. En azından bilmeyeceğimi ümit edin. Net olun, yapıcı olun, yol gösterici olun, düşündürücü olun. Araştırın, referans verin, karşıt görüşleri çarpıştırın. Kör göze parmak, yıllardır herkesin diline pelesenk olmuş, iğdiş iğdiş edilmiş konuları farklı kelimelerde ısıtıp ısıtıp önümüze sürmeyin.
Sosyal psikolojide self-fulfilling prophecy diye bir teori var. Türkçeye amiyane tabirle “bir şeyi 40 kere söylersen olur” diye çevirebiliriz. Belki de nefes almaksızın bu tür yazılar üretenler bu teorinin etkisi altındadır, kim bilir? İyi de lafla peynir gemisi yürümüyor. Liderlik konusunda ben işi basitleştireyim: Güce bağımlı, hükmetmeyi hayatının merkezine koymuş, çıkarlarının eseri bir lider olmaz. Yapay zekâyı hatmedenler süper lider, konuyla ilgisi alakası olmayanlar da yarım yamalak lider olmuyor. Aslında konunun yapay zekâ ile uzaktan yakından alakası yok. Ama küresel trend bu işte, afaki konuları yapay zeka ile soslandırırsanız, hele bir de iyimser olup ne olduğu anlaşılamayan cümleler kurarsanız alkış toplamanız neredeyse garanti. Lider olup olmamanızı size inanan insanlara doğru yolu gösterip göstermediğiniz, onları geliştirmek için ne kadar çaba sarf ettiğiniz gibi etmenler belirler ve tüm bunlar insanın içinden gelir. Ne öğrenilebilir, ne de öğretilebilir. Nokta.
Kimseden bir Ernest Hemingway, bir Jack London gibi yazmasını beklemiyorum. Edebi güzellik edebiyatçıların işi. Ama kimseden yapay zekânın bir türlü dönüştüremediği liderlik gibi basmakalıp konular da okumak istemiyorum artık. Bundan 10 sene önce bu konu ilginç (ve faydalı) olabilirdi, bugün ne ilginç ne de faydalı. Enerji ve potansiyelimizi somut faydalar görebileceğimiz alanlara harcamalıyız.
Gelelim işin interaktif tarafına: Geçen haftalarda Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde bir dostumun verdiği derse konuk hoca olarak katıldım. Finans kökenli biri olarak yapay zekânın bu alanda yarattığı değişimi anlatabilirdim ki pek çok ilginç örnek de var. Fakat bu multidisipliner bilim bundan daha fazlasını hak ediyor. Ben de yapay zekânın felsefi temelini anlatmaya karar verdim, hem faydalı olacağını hem de bir tartışma ortamı yaratacağını umarak. Öyle de oldu. Beklediğimden daha fazla öğrenci tartışmaya katıldı, ucu açık sorulara hep birlikte yanıt bulmaya uğraştık. Gelen geribildirimlerin ışığında söylüyorum, reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla kurumlar tarafından üniversiteler gönderilen uzmanların işlerinde kullandığı yapay zekâ çözümlerinin hiçbirimize faydası yok. Kredi değerlemede kullandığınız devrim(!) niteliğinde uygulamaları kendinize saklayın.
Açık konuşayım: Sırf üniversitede ders veriyorsunuz diye karşınızda her söylediğinize inanıp hatmetmeye yeminli robotlar olduğunu zannediyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. Hatta bunu öğrencileri not ile korkutup bile isteye baskı ortamı oluşturarak yapıyorsanız doğrudan üniversitenin ruhuna ihanet olarak tanımlamak lazım. Üniversiteler özgür tartışma kurumlarıdır. Bu tartışmalar öğrencinin düşün dünyasını şekillendirir, her türlü gelişmeyi sorgulatır, anlayışımızı bir adım daha ileri götürmeyi amaçlar ve hatta bilgi dağarcığımızı genişletecek buluşlara da ön ayak olur.
Bu arada, son yıllarda mantar gibi türemiş birbirinin kopyası yapay zekâ zirvelerine de değinmezsem haksızlık etmiş olurum. Nasıl olsa kurumlar ödüyor rahatlığıyla bilet parası bir aylık asgari ücret olan (ciddiyim) etkinlikler var. İdealist bir öğrenci olarak dişinizden tırnağınızdan arttıracağınız harçlıklarınızla katılacağınız bu konferanslarda dinleyeceğiniz örnek konu başlıklarının listesini yukarıda paylaştım. Genelde bu tarz ortamlarda körler sağırlar birbirini ağırlar. Biri çıkar, yeni girişiminde keşfettiği devrimsel yapay zekâ uygulamasını anlatır, diğerleri de bir an önce bitirsin de ben de kendiminkini anlatayım diye bekler. Aksi durumlar oldukça nadirdir. Katılma amacınız çay-kahve-kanepe eşliğinde insanlarla tanışıp “piyasa yapmak” ise diyecek bir şeyim yok.
İnsanların işinde gerçekten iyi olması, daha önceki mesleki başarıları, ödülleri, popülariteleri her dediklerinin doğru olduğu anlamına gelmez. Fütürist Ray Kurzweil’ın tutmayan (hatta yakınından bile geçmeyen) bir sürü iddialı tahmini var. Hepimizin bildiği efsanevi isim Geoffrey Hinton 2024 yılında yaptığı Nobel ödülü konuşmasında yapay zekânın riskleri hakkında korkutucu öngörülerde bulundu diye korkup araştırmalarımızı sonlandırmıyoruz. Stephen Hawking uzaylılarla iletişim kurmamızın tehlikeli olabileceğini (Amerika kıtasındaki Kızılderililerin akıbetini örnek vererek) söyledi diye hiçbirimiz dükkânı kapatıp gitmiyoruz.
Yapay zekâ insan tarafından şekillendirilmiyor. Birkaç gelişmiş ülke ve küresel şirket tarafından yönlendiriliyoruz. Bağımlıyız. Olmaz ya, bunlar bugün desteğini çekse, teşbihte hata olmasın ama ekosistemimizde bulunan ve sürekli kartları yeniden dağıtan uzman yapay zekâ krupiyelerimiz ne gibi bir çözüm bulurlar çok merak ediyorum. Diyebilirsiniz ki, bu bahsettiğin alt başlıkların tamamı diğer ülkelerde de konuşulup tartışılıyor. Doğru, ama bizi bu alanla tanıştıran, altyapıyı oluşturan, ana geliştiriciler onlar. Belli bir eşik çoktan aşılmış, üstüne koymak için uğraşılıyor. Dolayısıyla onları bir yere kadar mazur görebiliyorum. Peki, bize ne oluyor?
Barış Yalın Uzunlu