Son yıllarda, ofis ortamından davetlere dek süregelen kariyer yolculuğunda biriyle karşılaşınca nasıl başarılı ama kısa süren bir konuşma yapılır üstüne düşünürsek, ayaküstü sohbet edebiliyor olmanın çok etkili olduğu herkes tarafından biliniyor. Ama, sahip olduğumuz iletişim eğer zayıfsa, kelimelerimiz konuya odaklanmakta zorlanıyor. Diğer yandan, ister bir sektör etkinliğinde bir tanıdıkla konuşurken, ister bir ağ oluştururken yabancı biriyle sohbet edecek olmak neredeyse hepimizin başına geliyor. Bu durum, iş ilişkilerinin kalitesini belirleyen, hatta ayakta tutan bir yetenek sayılıyor. Çoğu insan ise mükemmel görünmek yerine bağlantıya odaklanarak yapılan bu sohbet için ‘Havadan sudan’ tabirini kullanıyor. Öyle ki, bir gece vakti yalnız başımıza yürürken herhangi bir sokaktan yükselen tatlı bir caz melodisinin bütün endişelerimizi bir anlığına da olsa silebildiğini düşünelim. Bizi keyif duymaya ve kapılıp gitmemizi sağlayan bu şık esintiye kapılmamızın asıl sebebi ise neredeyse kısacık süreceğini bildiğimiz bir ses duymamız. Bu sebeple tüm dünyada ‘Small Talk’ kavramı o ana odaklanarak akıcı olması ile karakterize ediliyor. Ve bir mekandayken bir “Bando Şefi” gibi melodiyi, yani ‘kısa sohbeti’ iyi bir şekilde yönetmemiz gerekiyor. Geçtiğimiz ay, The New York Times’ın yayınladığı ‘21. Yüzyılın En İyi 100 Kitabı’ adlı seçkide konuyla ilgili birçok alıntı var. Gelin hep beraber yazarların sözlerine göz atalım. Ne de olsa, yazarları özel kılan da açık sözlülüklerinin yüksek derecesi.
Nazik Ve Kendiniz Olun
Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishigura’nın yazdığı Beni Asla Bırakma (Never Let Me Go) adlı kitabında şöyle yazıyor “Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.” Bir diğer yazar olan David Mitchell ise Bulut Atlası adlı kitabında ise “Ne kadar insan varsa o kadar da doğru var.” diye açıklıyor. Aslında, kabalık ya da fazladan samimiyetin çok ince bir çizgiyle birbirinden ayrıldığını varsayarsak, herhangi bir şeye uyum sağlamanın bizde yarattığı baskı son derece sağlıksız bir görünüm veriyor. Onun yerine, kendimiz olmanın tadını çıkararak ama diğer bireyin de beden dilini göz önünde bulundurarak zarif manevralar ile konuşmayı sürdürmek oldukça prestijli ve değerli. Böylece, asıl amacı aklımızda tuttuğumuz sürece, herhangi bir karşılaşma sırasında derinleşmeden ya da diğer kişinin üstünde kaygı uyandırmadan başarılı bir şekilde ortamı ferahlamayı sağlıyor.
Sohbete Teşvik Edin
The Forbes yazarı Michael Hogan’ın yazdığı Why Small Talk Is Anything But Small başlıklı yazıda “İsveç'in Lulea şehrinde -şu ana kadar kuzeyde 80.000 nüfusu kış aylarında çok az güneş ışığı alıyor- yoldan geçenleri birbirlerini selamlamaya teşvik eden bir yalnızlık karşıtı kampanya başlattı. Tanıtım yazısında "İnsanların rahat etmesini ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyor diyor. Daha keyifli bir Lulea yaratmak için hepimizin yapabileceği bir şey bu. Merhabanız bir fark yaratabilir.” diye söylüyor. Dolayısıyla bu kampanyanın amacı sadece yalnızlığı gidermek gibi görünse de, aslında temas etmenin şeklinin değiştiği modern çağda insan olduğumuzu hatırlamamıza olanak sağlamak. Böylece, gerçekten başarabilirsek yüksek motivasyon ile güne devam etmemiz olası.
Daha Fazla İlgi Gösterin
Yazar Claire Keegan’ın Böyle Küçük Şeyler adlı kitabında “Bütün mesele karşılıklı özverinden ve bu konuda diğer insanlarla da kendi kendinle de iyi geçinmene imkân tanıyacak bir denge tutturabilmeyi öğrenmekten ibaretti.” sözleriyle bize tek taraflı konuşmanın değersizliğini anlatıyor. O da karşımızdakine ilgi göstermemizi sağlayan ferahlatıcı, günlük konu başlıkları yönelterek takım ruhunu yine de koruduğumuzu göstermek oluyor. Üstelik, bunu planlamak kolay görünse de bazen kalbimizde gizlenmiş olan kimseyle konuşmama isteği baş gösterdiğinde pratik yapmadan uygulamak zor. Nitekim, The Forbes yazarı Julia Korn Why Small Talk is Anything But Small başlıklı yazısında küçük konuşmanın şu dört faydasından bahsediyor:
• Ortak zemin ve ortak çıkarlar bulmamızı sağlar.
• Aktif dinleme becerilerini geliştirir.
• Sosyal rahatsızlığın üstesinden gelmek ve kendiliğindenliği geliştirmek için kas geliştirmemize yardımcı olur
• Daha fazla psikolojik güvenlik gerektiren daha ciddi, daha derin konulara geçişin temelini oluşturur.
‘Hafif’ Bir Konu Seçin ve Savunmasız Kalın
2017 yılında Türkçe yayımlanan Merhamet kitabının yazarı Amerikalı Toni Morrison ise konuya şöyle yaklaşıyor “Hatırlamaya cesaret edebildiği kadarını ayırıp zihnini kazıdı ve delirmemek için kalanları hafızasından tamamen sildi.” Haliyle, insanlara duymayı istediğinden daha fazlasını söylemeye kalkışmak sonuç olarak davet ortamındayken iyi ya da sağlıklı ilişkiler kurmamızı engelliyor. Yazar Svetlana Aleksiyeviç ise yazdığı İkinci El Zaman adlı kitabında “İnsan sadece yaşamak istiyor, büyük bir fikir olmadan.” diye yazıyor. Bu sebeple aklımıza ilk gelen ise nasıl sorular sormalıyız şeklinde oluyor. Bu konudaysa en etkin yaklaşımı Financial Management yazarı Hannah Pitstick’ın yayımladığı 5 Tips for Making Small Talk in the Office Again adlı yazıda gösteriyor. Sorular ise şöyle:
• Hafta sonun nasıl geçti?
• Masandaki kitap ilginç görünüyor, ne hakkında?
• Tatile nereye gitmeyi düşünüyorsun?
• Son birkaç aydır üstünde çalıştığın konu nedir?
• Yeni bir hobi edinmeyi düşünüyor musun?
***
Son olarak, bu süreçte elbette, tuhaf sessizlikler, şaşkınlık, çekingenlik ve duraksamalar yaşamak mümkün. Yine de, iş ağınızda bulunan hedef kitlenize odaklanmak bazen kendinize odaklanmaktan daha verimli. Dolayısıyla, endişeli, yetersiz ya da paslanmış hissetmekten çekinmeyin. Ve keşke yıllarca bunu alışkanlık haline getirerek profesyonel iş çevremi genişletseydim dememek için sonsuza dek pratiğe devam edin. Sonuçta çoğumuz bir hayatın nasıl yaşanacağına dair çok kapsamlı bir rehberlik almadan büyüyor. Bu yüzden, yaşamın rayına oturması oldukça zaman alıyor.
Geriye ise kendi kayıp öğretmeniniz olarak kendinizi nasıl gerçekleştireceğinizi bulmak için başkalarıyla iletişim kurmanın verdiği büyümeye güvenmek kalıyor. Nihayetinde, her şey iş ağınız ve bu sayede gelişen net içgörünüz sayesinde çok daha iyi bir hal alacak. Sonuçta bir yerden ayrılırken arkanızdan kimsenin gelmeyişi, her şeyi değiştirmez mi? Gelen olmadıktan sonra gitmiş sayılır mıyız ki? Öyleyse, tam da şu an birbirimizi gördüğümüzde gülüşmek için ne güzel bir zaman. Tadına varalım.!
Ezgi Özsan